Uçurumun dibinden gelen huysuz rüzgar acımasız bir şekilde yüzüne çarparken göz pınarlarına sımsıkı tutunan gözyaşı daha fazla dayanamamıştı. Bu yenilgiydi işte… Kaybettiğine ikna olmuştu sonunda. Bütün olanlara rağmen inadı ve hırsı bir damla göz yaşı gibi akıp gitmişti işte. O iğrenç saf, zırlak ve sessiz insanlardan her zaman nefret etmişti ama şimdi onlar gibi davranmıyor muydu sanki? Biran önce kendini toparlamalıydı. Kaybetmek, başarısız olmak ona göre değildi kesinlikle… Kurşun kalemin ucu her açıldığında nasıl küçülüyorsa oda şuan öyle küçülmüyor muydu? Hayır, o kurşun kalem değil tükenmez kalem olmalıydı. Zayıf olamazdı ne olursa olsun güçlü olmalıydı.
Karanlık daima onun yanındaydı ve o karanlığa aitti sonsuza dek. Peki bu şekilde mi kötülerin bile imrenerek bakacağı biri olacaktı?
“Uçurumu sevenlerin kanatları olmalı…”Poppé’nin beklenmedik sesi karşında adrenalin damarı çatlarmışcasına atmaya başlamıştı. Yine de ne olursa olsun poppé’ye kızamıyordu. Olanları rahatça konuşabildiği aslında dış görünüşünün arkasına gizlenen karakterini görebilen tek kişiydi. İşte bu nedenle poppé’ye karşı zayıf kalıyordu belki de… Onun zayıf yanlarını bilen tek kişiydi.
“Peki ya kanatların yoksa?” poppé’nin her zaman söylecek bir sözü olurdu. Bunu nasıl başarıyordu bilmiyordu ama konuşmalarını günler önce planlamış gibiydi her zaman… İfade etmek istediği şey için doğru kelimeleri bulmak onun için çocuk oyuncağıydı.
“Eceline susamış olmalı…” Bu konuşmayı devam ettirmenin kendi zararına olacağını biliyordu. Peki o gerçekten eceline mi susamıştı? Hayır onun uçurumla arasındaki bağ farklıydı ona göre... Üvey annesi uçurumlardan her zaman ölesiye nefret etmiş, kızının uçurtma uçurmanın zevkini tatmasına bile izin vermemişti. Bu her zaman çok saçma bir fikir gibi gelmişti Moniqué’ye… O zamanlardan beri uçuruma olan tutkusu büyüdükçe büyümüştü. Uçurumu sevmek onu özel kılıyordu tıpkı karanlık tarafı seçmesi gibi…
Uçurumun kıyısındaki ağaca yaslanmış uçurumu izlerken içini rahatlatan soğuk havanın azaldığını fark etmişti. Uçurumun kenarından gelen sıcak mayhoş havayla soğuk sert rüzgar birbirine karışmıştı. Hangisinin havaya hakim olacağı konusunda büyük bir savaş veriyorlardı adeta… Uçurumun çevresini kucaklayan koyu bir sis tabakasının üstünde isminin yazıldığını zannetmişti. Poppé’ye döndüğünde hayal gücünün ona oynadığı bir oyun olmadığını fark etmişti. Her zaman nasıl konuşacağını, nasıl davranacağını bilen Poppé şuan ne yapacağını bilemez haldeydi. Hüzünlü gözleri, Moniqué’nin gözlerinin içinde kaybolmuştu.
“Moniqué Qutieuxa Stemquéz kim olduğunu öğrenmenin vakti gelmedi mi?” Uçurumun dibinden gelen boğuk sesle beraber kendine geldiğinde korkmaya başlamıştı. Kim olduğunu mu öğrenecekti? O zaten kim olduğunu biliyordu ve buna gerek yoktu. Ayrıca merak etse bile nereye gidecekti ki uçurumdan atlayacak değildi her halde… Tam o sırada sorusuna karşılık olarak uçurumun kenarında dev bir kapı belirli. Eski bir kapı olduğu her halinden belliydi. Üzeri tozla kaplıydı ve rengi griye kaçmaya başlamıştı. Fakat nasıl oluyorsa kapının etrafını süsleyen göz alıcı ışık sayesinde kapı ben buradayım diye bağırıyordu sanki... Zorla da olsa kendini göstermek istercesine ışık sürekli artıyordu. Bu kesinlikle kötüye işaret olmalıydı değil mi? İşte onun delicesine yapmaktan hoşlandığı şeydi. Fakat şuan ona o kadar da cazip gelmiyordu.
“Hiçbir şey iyi yada kötü değildir aslında…” İşte bir bu eksikti, zaten ortam yeterince karmaşıktı. Poppé’nin sözlerinin arkasında yatan anlamı çözmek için uğraşmaya gerek var mıydı şimdi?
“Bu olayın neresi iyi olabilir Poppé! Nerden geldiğini bile bilmediğim ses bana hükmediyor ve bu iyi bişey mi sence?” Moniqué bu sefer haklı olmalıydı poppé sözlerini düşünmeden konuşmuştu.
“Olayları iyi yada kötü yapan kişinin kendi düşünceleridir” Moniqué bu söze verecek hiçbir cevabının olmadığını fark etti. Ne diyebilirdi ki? Her zamanki gibi poppé yine haklıydı bundan hep nefret etmişti ama yine poppé kazanmıştı işte…Merak ediyordu poppé geleceği falan mı görebliyordu acaba? Kelimelerinin bu kadar yerinde olması ancak ne konuşacağını kararlaştırdıysan olabilirdi.
“Kim olduğunu gel ve öğren Moniqué Qutieuxa Stemquéz? İşte yine o sesi duymuştu ve yine kendisini çağırıyordu. Poppé’ye göz ucuyla bakmıştı, bir yanı açıkca gitmesi gerektiğini söylemeye çalışıyordu fakat diğer yanı sebebsiz bir şekilde üzgündü. Kalbinin derinliklerinden gelen ses ona gitmesi gerektiğini söylüyordu. Ve ayakları onu kapıya doğru ilerletmeye başladı. Ayaklarının altında ezilen yaprakların hışırtısı kulağına geldiğinde üzerinden bir ürperti geçti. Ve nihayet annesini kaybetmiş küçük bir çocuğun annesini bulduğunda koşarak kucağına atlaması gibi hızlı bir adımla kapıdan girmişti. Kim olduğunu merak etdiyordu…
“O kapıdan bir kez girince bir daha çıkılmayacağını bilmesi gerekiyordu!”