Bulutlar parıldayan güneşin önüne küstahçe geçmiş,öğleden sonrayı akşam vakti kıvamına çevirmişti. Etraftaki grimsi hava ve o temaya uygun boşalmak isteyen bulutlarda gözlerini gezdiriyordu. Kuru soğuğa karşı böylesine cesaretli durmasına karşın üzerinde ince bir gömlekten başka bir şey yoktu. Burun deliklerinden akciğerlerine dolu dolu çektiği bu ruh, yağmurun habercisiydi. Kalbinin içindeki melonkoliye ne uyan bir gündü ama... Kasvetli pazarın henüz ortalarında olsalar bile kederin buran buram kokması iyiye alamet miydi?
Sonunda tutamadı kendini bulutlar. Minik, ince ve dokunduğu kalbe tüm hüznünü bırakan yağmur taneleri çiselemeye başlamıştı. Doğuştan gelen refleks olarak gözlerini kıstı. Beyaz tenine dokunurken damlalar anlık babasının yanında olduğunu hissetti... Bardaktan boşalır gibi yağan yağmurun onu bütünüyle ıslatmasını kafasına takmadan yağmuru dinlemeye devam ediyordu. Gömleğinin en derin ipliğine kadar işlemiş suyun onu hasta edeceğine emindi. Yine de bu huzurlu ortamı sırf birkaç öksürük için bozmak istemezdi. Gözlerini yumup yeniden kafasını bulutlara kaldırdı. Hayır, onlar küstah değildi... Hemde hiçbiri... Ne zaman ağlamak küstahlık sayılırdı ki?
Müzik kutusundaki balerinin dönüşü gibiydi düşen yağmur damlaları. Sürekli aynı dönüş, aynı düşüş olsa da hep aynı hissi verebiliyorlardı. Huzur, melankoli, mutluluk, hüzün; hepsi beyninin içinde bir örümcek ağı oluşturuyordu. O balerin sürekli şarjı bitene kadar dönecek miydi? Bu duygu karmaşası insana yapılabilecek en büyük ruhsal işkencelerden biriydi. Yazık; Eiji bir mazoşistti... Eğer beyninde bir bekleme tuşu olsaydı o tuşu sökerdi yerinden. Kulağına gelen tuhaf dürtülerini harekete geçiren haberler mazoşizmi daha tetikliyordu... Yine de babası yanındaydı değil mi? Hayır... O yoktu artık... Her şeye rağmen diyemezdi ki... Tüm saflığıyla o balerin gibi durmadan tekrarlıyordu hayatını. Kalbini burkan olay neydi bilmiyordu ancak gözlerinin içindeki gözleri dolmuş miniği görmek hiç zor değildi. Tane tane göl ile buluşan damlalar müzik kutusunun sesi gibi melodisini çalarken o melodi tiz, yanlış bir notayla bozulmuştu sanki... Gökleri yararak göz alan şimşek ışığının ardından görüntüsü kadar ürkütücü yüksek sesini verdi havaya. Sanki yeniden yeniden uyarıyordu gökyüzü onu eve dönmesi için. Neden gökyüzüne sormalıydı ki?
Babası'nın küllerini ondan kalan bir hatıra olan vazoya koymuştu Eiji ilkinde. Ateşle yanmak muhtemelen çok acı çektirmişti ona... Daha fazla acı çekmesine izin veremezdi. Bu sebeple beraber Eiji'nin okulu için biriktirdikleri tüm parayı Eiji babası ölünce mezarına vermişti... Mezarlığın en güzel mezarı olamazdı lakin en kıymetli mezar olduğu kesindi... En azından Eiji'nin bakış açısından bakıldığı an değerinin büyüklüğü insanları şaşırtabiliyordu. Taşların arasından ufak yabani otların çıktığı mezarlık yolunu sürdürdü. Adımları öylesine yavaştı ki gitmek istemediği, orasının hiç var olmamış olmasını dilediği her halinden anlaşılıyordu. Başını eğdi. Beyaz saçları gözlerini kapıyordu. Yüzündeki gölgenin altında ağlamak isteyen ama kendini tutan bir çift göz vardı. Buna olgunlaşmak mı deniyordu yoksa? Artık kendini tutabiliyordu...
Nihayet babasının mezarı gözükmüştü işte... Onu böylesi kasvetli bir pazarda ziyaret etmek istemezdi. Dudaklarını ne mutluluk için ne de keder iç bükmüştü. Elindeki çoktan şiddetli yağmur nedeniyle güzelliğini kaybetmiş buketi mezarın yanına yerleştirdi. "Benim yüzümden değil mi baba?" dedi dizlerinin üstüne çökerken. "Benim yüzümden öldün..." Gölgeleri saklanmayı görev edinmiş gibi sustu... Sanki konuşmayı yağmur damlaları yapmalıymışçasına... Elini mermer mezara koyup hayata karşı koyuşla sıktı. Dişlerini de tıpkı eli gibi sıkıyordu. Kimseye kızmayan Eiji'nin şimdi kendinden nefret etmesi hayatın tuhaf değişimlerinden biri olmalıydı herhalde. "Ben olmasaydım ne annem ne sen ölürdünüz değil mi?" Sesi titriyordu. olgunluğu buraya kadar gibiydi.Böylesi bir keder tufanını hiçbir olgunluk engelleyemezdi. Sonunda saçlarının oluşturduğu gölgeden bir damla yaş yanağını okşayarak yere damladı. "Neden peki? Neden iletişim kurduğum, değer verdiğim herkes gidiyor? Neden?!" Boş mezarlıkta yankı yapan sözlerine tek cevap yine yağmurun yere çarpış sesiydi. "Artık sevdiklerimin ölmesi yerine benim ölmemin daha mantıklı olduğunu düşünüyorum... Ben ölürsem sen geri dönebilir misin ki? Benim harab ettiğim oksijeni senin gibilerin almaları gerekirken ne hakla bunu yapmalıyım ki?" Elini yumruk yapıp mermere hızla geçirdi. Ve ölümün sessizliği yine saçlarını savurmuştu mezarlığa... Kafasını mermere koydu; tam çiçek buketının yanına. Artık bu tuhaf döngüye boyun eğmiş gibi... Ne zaman baş kaldırmıştı ki zaten?...
Yağmur tüm bedenini ıslatmıştı. Değmediği tek yer kalmamıştı damlaların. Sadece gözlerini yummuş yatıyordu o ise mermerde... Uykunun onu da götürmesini diliyordu babasının yanına. Derken yağmur damlalarına gerçekleri suratına çarpmayı kestiğini fark etti. Artık yağmıyordu. Gözlerini açmadan öylece kaldı orada. "Demek sen de beni terk ediyorsun yağmur..." dedi fısıldayarak. Biranda çehresine ışık vurdu. Pazar loşluğunu yitiriyor, güneşi yeniden ortaya çıkarıyordu. Kara bulutlar dağılırken elini gözlerine siper edip gökyüzüne baktı Eiji. Sert rüzgar eserken bileğindeki el yapımı bileklik üniformasının açılmasıyla ortaya çıktı. Şaşkınca bilekliği bakıp dudaklarını araladı. Tesadüfler denizinde kulaç atar gibi babasının son doğumgününde verdiği hediye bileklik ortaya çıkmıştı. Sadece hediyeyi değil babasının hediyeyi verirken söylediği sözü de anımsattı Eiji'ye.
"Ne olursa olsun yanında olacağım..."
*Gryffindor*